Geçtiğimiz günlerde Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi'nden yapay zekâ destekli bir video ile davet edildiği bir etkinliğin düzenleyicilerine ve kendisini takip edenlere seslendi.
Teknik olarak ses klonlama, klon ses ile bir metnin seslendirilmesi, bir görüntüye bu sesin işlenmesi ve görüntüdeki kişinin dudak hareketlerinin sese uygun hale getirilmesi işlemi bugün pek zor değil. Öte yandan bu örneğin kendisi Türkiye'de teknolojinin siyasal iletişim üzerindeki dönüştürücü etkisini bir kez daha gözler önüne serer nitelikte. Bu ve benzeri çalışmalar, siyasi arenada artık fiziksel sınırların önemini yitirdiğini ve teknolojik araçlarla engellerin kolaylıkla aşılabileceğini ortaya koyuyor.
Cezaevindeki bir siyasetçi artık uluslararası platformlarda dahi "kendi" sesini duyurabilir. Hatta ses tonunu koruyarak bildiği dillerin dışında herhangi bir dilde de insanlara seslenebilir.
Şu bir gerçek ki çoğumuz siyasi parti liderlerini ve toplumda öne çıkan siyasetçilerin çalışmalarını zaten hali hazırda ekranlardan takip ediyor. Birebir hasbihal olmadığımız, çoğunlukla sadece ekranlarda karşımıza çıkan yüzlerce insan bugün Ankara'da bizi temsil ediyor. Hadi tamam bir kısmımız da gerçekten bu insanları görebilmek için mitinglere, toplantılara gidiyor olsun, ama oralarda bile değişimin ipuçlarını yakalamak mümkün. Deepfake videolar gibi gerçekçi hologramlar da bir bilimkurgu ürünü olmaktan çıkmış durumda.
Yapay zekâ, siyaset ve hakikat
Deepfake ses ve görüntüler bir süredir siyasetin kapsama alanındaydı. Yine de Özdağ'ın sergilediği pratiğin özgün bir yeri olduğunu söylemek mümkün. Türkiye'nin "cezaevindeki siyasetçiler" gündemi bir gün son bulur mu bilinmez ama bu çalışmanın bir emsal teşkil edeceği öngörülebilir.
Geniş seçmen kitlelerine ses duyurabilmek için hologram kullanımı da yakın zamanda siyasetteki yerini almaya başlamıştı. Hindistan’da Narendra Modi, seçim kampanyaları sırasında ülke çapında onlarca farklı noktada mitingler düzenleyebildi kendi hologramı vasıtasıyla. Fransa'da Jean-Luc Mélenchon da cumhurbaşkanlığı kampanyasında hologram teknolojisini kullanarak birden fazla şehirde aynı anda seçmenlerle buluşmuştu. Modi ve Mélenchon kendi gerçek görüntüleri üzerinden bu çalışmaları yürütmüşlerdi.
Ama hologramda gerçek bir konuşmacının, gerçek bir görüntüsünün aktarılması gerektiği gibi bir şart tabii ki yok. Özdağ'ınki gibi deepfake üretimleri hologram teknolojisiyle birleştirmek teknik olarak mümkün. Böylelikle cezaevindeki bir siyasetçi hazırladığı bir metin vasıtasıyla hologram teknolojisinin de yardımıyla "kanlı canlı" bir biçimde mitinglere katılabilir. Kişinin ses ve görüntüsü yapay zeka yardımıyla oluşturulabilir, hologram mitinglerde nutuk atabilir.
Bu durum gerçeklik algılarımız ve hakikatle olan ilişkimize dair çetrefilli bir gündemi ve birçok soruyu beraberinde getiriyor. Dezenformasyon ve manipülasyon bu tartışmanın neresinde yer alacak? Siyasal iletişimdeki bu yeni araçlar demokrasiyi güçlendirmek için mi kullanılacak yoksa başka amaçlarla mı? Yapay zekâ ile oluşturulmuş bir siyasetçinin konuşması halka gerçekmiş gibi sunulursa ne yapmalıyız? Yapay zekâ etiği ekseninde tüm bu meseleler nereye oturuyor?
Asıl örneğimize dönersek, cezaevi gibi fiziksel sınırların iletişimi yavaşlatamayacağı bir siyasi atmosfere hazır mıyız? Sanıyorum siyasi figürlerin direkt olarak kendi seslerini en zorlu koşullarda dahi duyurabilmelerini sağlayan yapay zekâ tabanlı araçların etkisinin günbegün artacağı kolaylıkla öngörülebilir.
Özetle içerisinden geçtiğimiz süreçte tanık olduğumuz pratikler, siyasal iletişimdeki köklü değişimin -ya da tam anlamıyla devrimin- kaçınılmaz olduğunun da bir habercisi gibi duruyor.