18-19 Haziran tarihlerinde İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen Future Talent Summit 2024 etkinliğinin açılışında tarihçi Yuval Noah Harari’yi dinleme imkanım oldu. “Yapay zeka çağında yeteneğin geleceği” başlığını taşıyan konuşmasından belli başlı bazı aktarımları Yapay Gündem’de ele alıyorum.

Harari, popüler kitaplarıyla isminden sıklıkla söz ettiriyor. Google’da ufak bir arama sonrası çalışmaları hakkında yazılan Türkçe makalelerde farklı eleştirilere konu olduğu anlaşılıyor. Çalışmaları hakkında ne denirse densin kendisinin etkili ve ikna edici bir hikaye anlatıcısı olduğu bir gerçek. Yapay zeka hakkındaki görüşleri de dinlenesi.

Yapay zeka mı “yabancı” zeka mı?

Harari konuşmasının başında bir konuya açıklık getirmek istiyor gibiydi. Yapay zekanın geçmişin devrimsel nitelikteki teknolojik ilerlemelerinden çok önemli bir farkı olduğunu vurgularken yapay zekanın gün geçtikte “daha da az yapaylaşmakta” olduğunu ifade etti.

Harari bu konudaki ana tezini açıklarken hepimizin bildiği bazı örneklerden yararlanıyor. Örneğin matbaanın icadı gerçekten de devrimsel bir gelişme ama matbaa kendi kendine kitap basıyor değil. Atom bombası yapabiliyoruz ama bomba bir başına hareket edip herhangi bir hedefe yönelik saldırı emri vermiyor. Günümüz uygulamalarını farklı kılan şey Harari’ye göre yapay zekanın kendi kendine karar alıp uygulayabilen insanlık tarihindeki ilk teknolojik gelişme olması. Büyük dil modelleri bir metnin yapısını tasarlayıp kaleme alabiliyor, yaratıcı bir üretim sürecini işleme koyabiliyor. Yapay zeka ile güçlendirilen otonom silahlar kimi hedef alabileceklerine dair bir başlarına karar alıp uygulayabiliyor.

Yapay zeka destekli askeri teknolojilere daha önce değinmiştik: Silahlı çatışmalar ve otoriterleşmenin gölgesinde yapay zeka etiği

Harari şunu savunuyor: yapay zekanın bir araçtan öte belirli ölçeklerde bağımsız karar alabilen bir aktöre dönüşmüş olması onu diğer tüm devrimsel teknolojik atılımlardan ayrı bir noktaya koyuyor. Bu bağlamda “yapay” zekayı değerlendirmek için sıklıkla başvurulan bir metrik insan zekası. Halbuki bu durum Harari’ye göre “uçağın yetkinliğini kuşun uçuşuna benzerliği” üzerinden değerlendirmek gibi bir şey. Gelişen teknolojilerin sahip olduğu “zeka” insan zekasıyla karşılaştırılarak “yapay” deniyor ama doğrusu yapay değil bize “yabancı” (alien), farklı bir tür zeka bu, diyor Harari. AI kısaltmasının açılımı “artificial intelligence değil, alien intelligence olmalı” diye de ekliyor.

Harari’nin bu tezlerini dinlerken ben de bir yandan kendi notlarımı kenara iliştiriyordum. Biraz bülten için düzenleyerek şöyle aktarayım: Yani… “Zeka” kavramından da vazgeçebiliriz bu mantıkla. Bilim zekanın, bilincin, insan zihninin sınırlarını keşfetmiş değil ki onu sentetik bir ortamda replike edebilsin. Bir de yapay zeka isimlendirmesinin albenisi “yabancı zeka”da yok gibi. Öte yandan kendi kendine karar alma yetisinin bu teknolojileri farklı kılabileceği bir gerçek ama orada da meseleyi fazla basitleştirmemek lazım.

Sadık kulumuz yapay zeka (mı?)

Konumuzla alakalı bir alıntıyı anımsatmadan geçmeyeyim. Altmış yılı aşkın bir süre önce matematikçi ve filozof Norbert Wiener, otomasyonun bazı ahlaki ve teknik çıktıları üzerine yazdığı makalesinde ufak bir uyarıda bulunmuştu: 

"Bir kölenin zeki olmasını ve görevlerimizi yerine getirirken bize yardımcı olmasını isteriz. Ancak aynı zamanda itaatkâr olmasını da isteriz. Mutlak itaatkârlık ile eksiksiz bir zeka bir arada bulunamaz."

Hem yapay genel zekayı (AGI) geliştirelim hem de sadece bizim onu yönlendirdiğimiz şekilde karar almasını sağlayalım…  Ne yârdan geçelim, ne serden… Böyle olur mu? Göreceğiz.

Dijital devrimin ivmesi organik evriminkinden çok daha fazla

Harari, bir amipten T-rex’e uzanan organik evrim sürecinin aldığı milyonlarca yılın karşısına dijital devrimin hızını koyuyor ve yapay zekada henüz daha bu işin başlangıcındayız, dijital devrimde amip seviyesindeyiz demeye getiriyor. Bense içimden “bu animizm içeren yorumlar meselenin boyutunu aktarmak için güzel, biraz da şiirsel ama bilemedim sayın Harari” yorumunu yapıyorum.

Bu ifadelerini somutlaştırmak adına ve biraz da konuşmasının asıl temasına atfen Harari konuyu günümüz çalışma hayatına getiriyor ve 2050 yılında nasıl bir iş piyasası içerisinde yaşayacağımızı henüz kimsenin tam olarak öngöremediğinden dem vuruyor. Yapay zeka teknolojileriyle yeni pozisyonlar, sektörler ortaya çıkacak. Bazı işlerse giderek daha da önemsizleşecek, yok olmaya mahkum kalacak. Bu gibi tahminler Harari’ye özgü değil ancak Harari’nin bu gibi tartışmalarda düşünülmesi gereken değerli bir yaklaşımı var.

“Değişim her zaman stresli olur” diyor Harari ve gelecekte insanların yüksek duygusal zekaya sahip olmaları gerekeceğinin altını çiziyor. Eskiden bir işin okulunu okur, sonra da işimizi yapardık, artık bu sistem tümüyle değişiyor. Harari’ye göre yapay zeka çağında iş piyasasında ayakta kalabilmenin şartı yaşamboyu öğrenme. Yeni pozisyonlar doğacak, insanlar bu pozisyonlarda çalışacak ve ardından bu yeni iş kollarının da yok oluşuna şahit olacağız. Bu durum bireylerin daima yeni şeyler öğrenerek farklı alanlarda çalışmaya açık olmasını gerektirirken Harari’ye göre bu noktada zihinsel esneklik çok kritik. Kendisinden anladığıma göre değişimin stresine dayanamaz hale gelir, yaşamboyu öğrenmeye kapalı kalır, zihinsel esnekliğimizi geliştirmek için çalışmazsak yapay zeka çağında hayatta kalmamız biraz zor gibi gözüküyor.

Harari’nin yaklaşımını anlıyor, belirli bir noktaya kadar hak da veriyorum. Ama burdaki varsayım bana biraz da dünyanın her yerinde yekpare ekonomik bir modelin işliyor olduğu kabulüyle yapılıyor gibi geliyor. Yapay zeka çağında tüm milletler aynı süreci deneyimlemeyecek. Üretim süreçlerinin verimlilikleri bazı ülkelerde yapay zeka desteği ile inanılmaz boyutlarda artacakken bazı ülkeler yapay zekadan arda kalan ne varsa onları toplayacak. Meseleyi zihinsel esneklik gibi daha bireysel bir yetkinlik üzerinden kurgulamak daha makro ölçekte neler yaşanacağını ıskalamamıza neden olabilir. 

Çizginin dışındakiler: Bizi başarılı kılan şey gerçekten bireysel yetkinliklerimiz mi?

Hayatta insanları başarıya götüren şey nedir? Bireysel yetkinliklerimiz bizi nereye kadar taşıyabilir? Biraz Euro 2024 gündemine de göz kırpmak gerekirse “ya kardeşim nasıl oluyor da birkaç yüz bin nüfuslu ülkeler onlarca milyon nüfuslu ülkelerden daha başarılı pratikler sergileyebiliyor?” Onca insan arasında yetenekli sporcu sayısı minicik nüfuslu ülkelerdekinden çok daha fazla olmalı sanki… Problem şu: bize başarıyı getiren şey çoğu zaman kendi bireysel yetkinliğimiz değil. “İstisnalar kaideyi bozmaz” diyip pası uzmanına atalım.

Malcolm Gladwell'in "Çizginin Dışındakiler" (Outliers) adlı kitabı başarının nasıl şekillendiğini anlamak için bireysel yeteneklerden ziyade kişilerin sosyal ve kültürel çevrelerine odaklanılması gerektiğini anlatıyor. Gladwell, başarının kişisel azim veya zekadan ziyade kişinin içerisine doğduğu zaman dilimi, ailesi, kültürel mirası ve çocukluğunda erişebildiği fırsatlar gibi dış faktörlere bağlı olduğunu savunuyor. Tartışma yaratan bu kitap, başarının toplumsal ve kültürel dinamiklerle nasıl iç içe geçtiğini gösteriyor. Gladwell, bireysel başarı hikayesi olarak sunulan anlatıların arkasındaki daha geniş bağlamı göstermeyi amaçlıyor.

Yani İbrahim Tatlıses’e ait olmaması muhtemelen olan ama sıkça kendisine atfen duyduğumuz şu söz aslında hakikatin bir kısmını yansıtır nitelikte: Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik?

Değişim, stres, duygusal zeka, öğrenme, zihinsel esneklik… İyi ama tüm bunlarla nasıl başa çıkacağız?

Harari’nin bireysel gelişim odaklı tezinin doğru olduğunu varsayarak devam edersek konumuz şu: zihnimizi sürekli gelişim ve öğrenmeye açık hale getirmek bir meziyet. Değişimin getirdiği strese dayanabilmek de… O zaman bu süreçlerle nasıl başa çıkacağız? Harari günümüzde bu mentaliteye erişebilmek ve yapay zeka çağının gereksinimlerine hazırlanmak için kullanılabilecek CRISPR benzeri biomühendislik hamlelerine karşı şüpheci olduğunu belirtmekten kaçınmıyor. Problem, insan zihni ve bedeninine dair anlayışımızın halen oldukça sınırlı olması. Yani zihinsel esneklik sağlayacak bir biomühendislik harikası üretilebilir belki ama bu ürünün zihnin diğer bölümlerini tam olarak nasıl etkileyeceğinden pek de emin olamayız.

Harari’ye göre bu tarz müdahalelere zaten gerek de yok. Feminist devrim, biomühendisliğin bir neticesi değildi. Endüstri devrimi de hakeza… Toplumsal dönüşümlerle başa çıkabilmek, iş piyasasındaki yerimizi sağlamlaştırabilmek için henüz keşfetmediğimiz yeteneklerimizi keşfetme yolunda adım atmamız kafi. Harari, insanlık olarak sahip olduğumuz mutlak potansiyelin yakınında bile olmadığımızı ifade ediyor. Kendisine göre yapmamız gereken en önemli şey kendi zihnimizi tanımak, keşfetmek ve geliştirmek. Kendi kaynaklarımızın ve yetkinliklerimizin farkına varmak, kendi eksiklik ve zayıflıklarımız hakkında bilinçlenmek… Tüm bunları yapabilmek için zaman ve efor sarfetmek, yapay zeka çağına hazırlanabilmek için atabileceğimiz en değerli adımlardan demeye getiriyor Harari.

Bense bu vurguları son derece makul bulmakla birlikte bunların biraz lüks olduğu kanısındayım. Var olan iş piyasası içerisinde günde saatlerce mesai yapan günümüz homo sapiensinin kapitalizmin gölgesinde kendini keşfetmesi biraz zor gibi. Zihinsel veya fiziksel olarak yorgun argın işinden evine dönen insanın Harari’nin anlattığı tarzda detaylı bir keşfe çıkması biraz meşakkatli bir adım. Bu lükse sahip olan insan topluluklarıysa hak ve özgürlüklerin daha anlamlı bir biçimde yaşanabildiği,hali vakti görece yerinde olan ülkelerdeki insan toplulukları. Yani Harari’nin vurgularını anlamlı bulsam da öngördüğü sürecin toplumlar arasındaki eşitsizlikleri derinleştirebilecek bir potansiyele sahip olduğunu görebiliyorum. Kendi sınırlıklıklarını keşfedemeyen insanları, yapay zekanın getireceği kırılgan iş piyasasında zor günler bekliyor ve zaten bugün kırılgan ekonomilerde yaşayanlar bu süreçten daha sert bir şekilde etkilenecek gibi duruyor.

Bağlantı kopyalandı!