Son günlerde gerçekleştirdiğim eğitimlerde ya da yapay zekanın potansiyel zararları, yapay zeka etiği veya yapay zeka ve algoritmaları değerlendirme metodolojileri üzerine yaptığım konuşmalarda sohbet sürekli dönüp dolaşıp aynı soruda kitleniyor: Umut var mı? Bu soruyu derinlemesine düşündüm. Zaten umut nedir ki? Bir duygu mu? Umut, onu arayanların aktif katılımı olmadan var olabilir mi? Belki de asıl soru umudun var olup olmadığı değil, gücümüzle gelen sorumluluğu kabullenmeye istekli olup olmadığımızdır.
Biraz daha açıklamaya çalışayım.
Bu yıl okuduğum 20’den fazla kitap arasında, Kari Grain’in Critical Hope (Eleştirel Umut) kitabı en etkileyici olanıydı. Yılı geriye dönüp değerlendirdiğimde, bana en fazla ruh, hareket ve yön veren kitabın bu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Grain, kitapta er ya da geç herkesin umutla karmaşık bir ilişki kurduğunu ve kendi umut felsefesini seçmeye zorlandığını öne sürüyor. Kitap, umut için çeşitli tanımlar sunuyor:
Ünlü aktivist ve filozof Cornel West, sorunlara dışarıdan bakmaya olanak tanıyan basit bir iyimserliği reddeder. Ona göre umut, “bataklığın ortasında olmak, sevgi, güç ve adalet taahhüdüyle çözüm aramak”tır. Brezilyalı eğitimci-aktivist Paulo Freire ise “eleştirel umut” kavramını ortaya atan kişidir ve umudu sürekli bir arayış ruhu olarak tanımlar. Şöyle yazar: “Umut, insanın eksikliğinde köklenir ve bu eksiklikten sürekli bir arayış doğar.” Onun umut anlayışı, baskıdan kurtuluş mücadelesiyle bağlantılıdır; sistemik eşitsizliği anlamak ve özgürleşme için çalışmak adına eleştirel bilinç geliştirmeyi gerektirir. Böylece umut, gelip geçici bir duygu değildir. Adaletsizliğe tanıklık etmek, varsayımları sorgulamak, olasılıkları değerlendirmek, alternatifleri hayal etmek, ilerlemeyi kutlamak, gerçeği söylemek, zor işleri yapmak ve sorumluluk almak gibi dinamik bir süreçtir. Eleştirel umut eylem gerektirir.
Son yıllarda Kari Grain’in tanımladığı gibi, umutla karmaşık bir ilişki noktasına ulaştım; öfke, hayal kırıklığı, güvensizlik ve yas duygularıyla boğuşuyordum. Kendime alan açtığımda, umudun hala düşüncelerimin merkezinde olduğunu fark ettim. Umut felsefemi seçtim—ya da belki de daha doğru bir ifadeyle, hayatım boyunca beni şekillendiren felsefeyi kabullendim. Ben radikal bir sevgi insanıyım. İnsanları seviyorum, insan olmayı seviyorum ve kendim olmayı seviyorum. Evrenin içinde birbirimize bağlı olduğumuzu derinden biliyorum. Radikal misafirperverliğin bir sanat olduğu topraklardan geliyorum ve bunu mütevazı bir şekilde uyguluyorum. İnsanlığa neşe getiren sistemleri hep aradım. İnsan atalarımıza, ritüellere ve kadim bilgeliklere saygı duyuyorum. Özellikle yetişkinliğe adım atmayı simgeleyen bu ritüeller, büyümenin gerçek anlamını öğretiyor: Sorumluluk almak. Benim için umudun ötesinde radikal sevgi var. Eylemlerimin kaynağı sevgidir ve hayat felsefem, bu inanılmaz derecede bağlantılı ve gizemli dünyada yetişkin olmanın sorumluluğunu benimseyerek daha iyi bir insan olmaktır. İşte bu birleşim, benim seçtiğim umut felsefesini oluşturuyor.
Bir gün Kerala’da bilge bir kişi bana şunu söyledi: “Her problemin bir çözümü vardır, ancak her çözümün de bir problemi vardır.” İçinde yaşadığımız gerçeklikler karmaşık ve yapay zeka bu karmaşıklıkları daha da derinleştiriyor. Peki ya yapay zeka ile ilgili tüm etik tartışmalar, onun yol açtığı riskler ve zararlar, aslında daha derin sistemik sorunlarımızın bir yansımasıysa ve bu sorunların sorumluluğunu almak zorundaysak? Yapay zeka yönetişimi, önceki hiçbir yönetişim modeline benzemiyor. Çeşitli perspektiflerin ve dünya görüşlerinin etik kararları şekillendirmesini ve sürdürülebilir çözümler üretmesini sağlamak için farklı paydaşların iş birliği yapmasını gerektiriyor. Bu, hızlı çözümlerle değil, derinlemesine yaklaşımlarla ilerleyen, tekrar eden, dinamik bir süreç. Bugünlerde yapay zeka okuryazarlığından çok bahsediyoruz. Ancak bu, yalnızca yapay zeka, algoritmalar ve makine öğrenmesini anlamaktan ibaret değil. Aynı zamanda bu teknolojilerin doğurduğu riskleri anlamayı ve güçlü yapay zeka yönetişimi yoluyla bu riskleri azaltmak için üzerimize düşeni yapmayı da içeriyor. Geçmişte yaptığımız hataları tekrarlamayalım; sürdürülebilirlik denetimlerini yalnızca raporlarda yer alsın diye yapmaktan vazgeçelim. Umut felsefemize uygun hareket edelim, başkalarının ne yaptığına bakmaksızın.
Elbette umut var! Çünkü bu gizemli ve güzel dünyamızdayız. Artık hepimizin kendimize düşen küçük ama hayati rolü üstlenme, sanatımızı icra etme ve parçası olduğumuz büyük sistem hakkında sorular sorma zamanı geldi. Böylece herkes için kapsayıcı ve neşe dolu daha iyi sistemler yaratabiliriz. Belki de asıl soru “Umut var mı?” değil, “Büyümeye ve sorumluluk almaya hazır mıyız?” olmalı.