ABD’de çıkarılan “Take It Down” yasası, çocukların ve gençlerin rızası dışında internete yüklenen yapay çıplaklık ve deepfake içeriklerini engellemeyi hedefliyor. Ama yasa, bir kişinin yüzü, sesi, yazı dili gibi verilerle oluşturulan yapay kopyalarının yani dijital ikizlerin doğurduğu etik sorunları kapsamıyor. Dijital ikizler, yalnızca bireylerin değil, mahremiyetin, ilişkilerin ve ölümün tanımını sorgulatıyor. Dijital ikizler giderek daha inandırıcı, kişisel ve yaygın hâle geliyor.
Yalnızca bir kopya mı?
Yapay zekâ ile oluşturulan dijital insan temsilcileri artık tek bir tanıma sığmıyor. Daha net analiz yapabilmek için bu dijital taklitleri dört kategoriye ayırabiliriz:
1. İzinsiz deepfake’ler
Bu tür içerikler kişinin bilgisi ve izni olmadan oluşturuluyor. Ünlülerin sahte konuşmaları, siyasetçilerin çarpıtılmış videoları ya da sıradan bireylerin manipüle edilmiş görüntüleri bu kategoriye giriyor. İster alay amaçlı ister kasıtlı zarar vermek için yapılsın, bu taklitler kimlik haklarına ve bireysel güvenliğe doğrudan tehdit oluşturuyor. Özellikle kadınlar ve azınlıklar, bu tür içeriklerin cinsel, ırksal veya politik istismarına daha açık durumda.
2. İzinli kopyalar
Burada bireyler kendi dijital ikizlerini oluşturmaya rıza gösteriyor. Yapay zekâ destekli avatarlarla bir uygulamada müşteri hizmeti veriyor, reklam kampanyalarında kendi dijital benliklerini oynatıyor ya da eğlence sektöründe performans sergiliyorlar. Ancak bu rıza her zaman şeffaf değil. İçerik üreticileri gerçekten neye onay verdiklerini biliyorlar mı?
3. Vasiyetle bırakılan dijital kopyalar
Bazı insanlar, ölümünden sonra bile dijital ortamda "var olmayı" tercih ediyor. Seslerini kaydediyor, anılarını anlatıyor ve geride kalanlara rehberlik edecek metinler bırakıyorlar. Ama bu miras, yaşayanlar üzerinde nasıl bir etkide bulunuyor? Yas süreci bir hologramla ne kadar sağlıklı ilerler?
4. Ölümden sonra oluşturulan taklitler
En tartışmalı tür belki de ölümden sonra oluşturulan kopyalar. Kişinin ölümünden sonra, onların izni olmadan yapay zekâ ile dijital bir temsil yaratılıyor. Örneğin bir mühendis, ölen nişanlısının ses kayıtlarını kullanarak onunla sohbet edebileceği bir chatbot geliştirdi. Niyet duygusal olsa da "kişi hayattayken böyle bir şeye rıza göstermemişse, kişiyi dijital olarak “canlandırmak” doğru mu?" sorusu kafa karıştırıyor.
2024 yılında bir müzede, Anne Frank’in yapay zekâ destekli bir simülasyonu sergilendi. Ziyaretçiler, ona sorular sorabiliyor ve cevap alabiliyordu. Bu sayede tarih daha etkileyici bir biçimde aktarılıyordu. Ancak birçok kişi bu uygulamanın etik sınırları aştığını savundu. Hayatını kaybetmiş biri, kendi adına yeniden "konuşturulabilir" mi?