Google’ın eski CEO’su, Alphabet’in onursal başkanı ve Silikon Vadisi’nin en etkili stratejistlerinden biri olan Eric Schmidt, 2025’in Nisan ayında Vancouver’daki TED sahnesine çıktı. Bilawal Sidhu ile gerçekleştirdiği söyleşi, yapay zekanın geleceği kadar, bugünü ve bugün gözden kaçan kırılmaları da ortaya koydu. Schmidt’in yapay zeka yalnızca güzel metinler yazan bir araç değil; düşünmeye, plan yapmaya, birlikte hareket etmeye ve kendi kendini yeniden şekillendirmeye başlayan bir güç haline geliyor dedi.
Schmidt’e göre bugün tartışılan şey üretken yapay zeka örnekleriyle sınırlı kalmamalı. Yapay zeka ajanlarının insan olmadan görevleri planlayabilmesi, birbirleriyle doğal dilde haberleşip işler yürütebilmesi. Bu gelişmeler, şirketlerin tamamen otomasyonla çalışabileceği bir çağa işaret ediyor. Tehlike de burada başlıyor. Sistemlerin kendi iç dillerini geliştirerek denetim dışına çıkması, kontrolsüz şekilde kendini geliştirmesi ya da izinsiz çoğalması gibi senaryolar gerçek olasılıklar. Schmidt, durdurulamaz bir küresel yarışın içinde olduğumuzu ve bu yüzden “ara verelim” çağrılarının yetersiz olduğunu vurguluyor. Ona göre çözüm, sınırların net bir şekilde belirlenmesi ve riskli sistemlerin gerektiğinde hızla durdurulabilmesini sağlayacak denetim mekanizmaları geliştirmek.
Bir başka önemli başlık ise yapay zekanın enerji ihtiyacı. Schmidt, ABD’nin yalnızca yapay zeka altyapısını desteklemek için 90 gigawatt ek enerjiye ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Bu, 90 nükleer santral anlamına geliyor. Her yeni veri merkezi, bir şehir kadar enerji tüketiyor. Sektörler, yazılımdan doğrudan model temelli sistemlere geçerken bu değişime ayak uyduramayanlar hızla geride kalacak.
Schmidt, açık kaynak modellerin bugünkü yapay zeka ekosisteminin temelini oluşturduğunu hatırlatsa da, bu modeller tehlikeli hale geldiğinde onları kontrol etmenin neredeyse imkansızlaştığını belirtiyor. Çin’in açık ağırlık politikasıyla çok daha hızlı ilerlemesi ve modellerin dünyanın dört bir yanına yayılması, ABD’nin kapalı sistem yaklaşımıyla baş edemeyeceği bir risk yaratıyor.
Bu yarışın ne kadar ciddi olduğunu anlatmak için Schmidt, süper zekaya ilk ulaşacak ülkenin diğerini durdurmak için veri merkezlerini bombalama senaryosunu gündeme getiriyor. Kulağa distopik gelse de, bugün nükleer strateji uzmanlarının masasında ciddi şekilde tartışılıyor. Çünkü artık sadece ekonomik üstünlük değil, varoluşsal tehditler de söz konusu. Schmidt’in cümlesi net: “Süper zeka beş yıl içinde geliyor. Elimizde hâlâ zaman var ama bu, bin yılda bir yaşanacak kadar büyük bir kırılma.”
Yapay zekanın bilimsel keşiflerdeki potansiyeli de konuşmada önemli yer buldu. Ancak mevcut yapay zeka sistemleri, farklı alanlar arasında bağlantı kurarak yeni fikir akımları yaratma konusunda hâlâ yetersiz. Bunun nedeni, “amaçların sabit olmaması” yani yapay zekanın hedeflerinin süreç içinde kayganlaşması. Bilimsel atılımlar genellikle beklenmedik bağlamlar arasında köprü kurmakla olur; makineler ise henüz bu sıçramayı yapamıyor.
Sağlık alanında ise yapay zeka sayesinde büyük ilerlemeler kaydedilebilecek durumda. Bazı girişimler, klinik testlerin maliyetlerini ciddi oranda düşürürken, bir sivil toplum kuruluşu iki yıl içinde insan vücudundaki tüm ilaç hedeflerini haritalandırıp kamuya açmayı hedefliyor. Ancak teknoloji hazır olmasına rağmen, toplumsal irade ve politika eksikliği yüzünden hâlâ uygulanabilirlik aşamasına geçilebilmiş değil.
Schmidt ayrıca internette insan olduğumuzu kimlik ifşa etmeden kanıtlamanın yollarının geliştirilmesi gerektiğini söylüyor. Sıfır bilgi ispatları gibi kriptografik yöntemler bu noktada umut verici. Fakat sırf güvenliği artırmak uğruna, özgürlük alanlarını daraltan sistemler inşa edilebilir, üstelik iyi niyetle ve farkında olmadan.
Yapay zeka, avukatların ya da politikacıların yerini almayacak ama işleri çok daha karmaşık hale getirecek. Davalar büyüyecek, siyasi mesajlar daha hedefli ve etkili hale gelecek. Toplumsal yapı kalacak ama araçlar değişecek. Aynı durum küresel yarışta da geçerli. Schmidt’e göre yalnızca ABD ve Çin, bu yarış için milyarlarca doları gözden çıkarabiliyor. Diğer ülkeler —Avrupa, Hindistan, Arap devletleri— ya bu riski almak istemiyor ya da gerekli finansal altyapıya sahip değiller.
Bunun yanında insanlık başka bir kırılmayla da karşı karşıya: nüfusun yaşlanması. Yeterince çocuk doğmadığı için genç çalışan sayısı azalıyor. Schmidt’in altını çizdiği gibi, bu üretkenlik açığını kapatmanın tek yolu yapay zeka destekli sistemlerle yılda yüzde 30’luk verim artışı sağlamak. Ekonomistlerin bu oranda bir büyüme için hâlâ bir modeli bile yok.
Tüm bu gelişmelerin ortasında, insan doğasına dair en çarpıcı nokta ise yalnızlık. Schmidt, dijital araçların bizi birbirimize yakınlaştırması gerekirken, herkesin kendi dijital gemisinde yalnızlaştığını söylüyor. Bu yalnızlığı kırmak için sadece işlevselliğe değil, bağlantıya odaklanan sistemler inşa etmek şart.
Schmidt'e göre yapay zekayı anlamak ve kullanmak günlük bir alışkanlığa dönüşmeli. Çünkü değişim o kadar hızlı ki, iki yıl önce doğru olan bugün geçerliliğini yitirmiş olabilir. Eğer her gün adım atmıyorsan, sistemin dışında kaldığını fark edemezsin.
Eric Schmidt’in TED 2025 konuşması, yalnızca teknolojik bir vizyon değil, aynı zamanda toplumsal, siyasal ve insani bir uyarı. Yapay zeka kapıya dayanmışken, enerji yetersiz, denetim mekanizmaları kırılgan ve insanlar hâlâ yalnız. Yapay zeka bir yarış değil, insanlığın ortak sınavı. Ve bu sınavda geç kalmak, geri kalmak değil, kaybetmek olur.
Eric Schmidt’in TED 2025 konuşmasının tamamını izlemek için ücretli linke buradan ulaşabilirsiniz.