Bir zamanlar kolayca ayırt edilebilen dijital taklitler, artık insan vücudunun en ince ayrıntılarını bile taklit edebiliyor. Deepfake teknolojisi, sadece bir kişinin yüzünü ya da mimiklerini değil, artık kalp atışlarını da başarıyla taklit edebiliyor.
Nabzı hissediyor, gerçeği taklit ediyor
Frontiers in Imaging dergisinde yayımlanan yeni bir çalışmaya göre, deepfake videolar artık insan kalbine ait fiziksel belirtileri de yansıtabiliyor. Bu da demek oluyor ki, bir kişinin yüzündeki kan akışının düzenini analiz eden ve sahte videoları bu şekilde ayırt eden gelişmiş dedektörler artık eskisi kadar işe yaramayabilir.
Deepfake’ler genellikle “sürükleyici videolar” adı verilen gerçek görüntülerden üretiliyor. Yapay zekâ bu videoları manipüle ederek bir kişinin yüzünü ya da tüm kimliğini başka biriyle değiştiriyor. Eğlence amaçlı kullanılan uygulamalar da benzer tekniklerle çalışıyor.
Araştırmacıların kullandığı ileri görüntüleme teknolojisine dayanan bu yöntem, ciltteki ışık değişimlerini algılayarak kişinin nabzını ölçebiliyor. Tıpkı hastanelerde kullanılan nabız oksimetreleri gibi çalışıyor.
Dedektörler geri kalıyor
Uzun süre, deepfake videoların bu kadar hassas sinyalleri taklit edemeyeceği varsayılıyordu. Ancak varsayım artık geçerliliğini yitirmiş durumda.
Araştırmanın yazarlarından Prof. Peter Eisert, BBC Science Focus’a yaptığı açıklamada şöyle diyor:
“Eğer kullandığınız kaynak video gerçek bir kişiye aitse, bu fizyolojik veriler artık deepfake videoya da aktarılabiliyor. Bu, tüm deepfake dedektörlerinin kaderi: Deepfake’ler zamanla o kadar gelişiyor ki, iki yıl önce işe yarayan dedektörler bugün tamamen etkisiz kalabiliyor.”
Ekip, geliştirdikleri dedektörü son jenerasyon sahte videolarla test ettiğinde, videolarda son derece gerçekçi bir kalp atış sinyali tespit etti. Üstelik bu sinyaller sahte videoya özellikle eklenmemişti.
Peki, bu noktada umudu tamamen kesmeli miyiz?
İnternette gördüğümüz hiçbir videoya artık güvenmemeli miyiz? Eisert bu konuda temkinli bir iyimserlik taşıyor. Hâlâ mücadele etmek mümkün.
Ancak Eisert’e göre tek başına deepfake dedektörleriyle bu yarışı kazanmak mümkün değil. Bunun yerine, videoların hiç değiştirilmediğini kriptografik olarak kanıtlayan “dijital parmak izi” teknolojilerine ağırlık verilmesi gerekiyor.
Kalp atışını bile taklit edebilen deepfake’ler, görsel gerçekliğin sınırlarını zorlayarak sadece bireyleri değil, toplumsal güveni de tehdit ediyor. Böylelikle mesele sadece teknik bir sorun olmaktan çıkıyor. Dijital çağda gerçeğin korunması artık etik, hukuki ve toplumsal bir sorumluluğa dönüşüyor.